SİYAMİ AKYEL/MİLLİ GAZETE
Türkiye’de çeyrek asırdır iyice gün yüzüne çıkan “Peygambersiz İslâm Projesi” ile onun iki ayağı Kur’aniyyûn ve Dinlerarası Diyalog fitneleriyle başlayan ve Peygamberimiz (S.A.V.)’i sıradanlaştırmak için indirgemeci bir anlayışın empoze edilme süreci artık iyice çığırından çıkmış; Peygamber Efendimiz (S.A.V.) artık doğrudan hedef alınmaya başlamıştır.
Önceki üç yazıda Mustafa Öztürk, Mehmet Azimli ve İsrafil Balcı gibi kişilerin Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’e karşı indirgemeci tavrından bahsetmiştik. İlahiyatçı Mustafa Öztürk ile ilahiyat fakültesinde istihdam edilen tarihçiler Mehmet Azimli ve İsrafil Balcı’nın doğrudan Peygamberimiz (S.A.V.)’i hedef alan tavırları iyi niyetten yoksundur.
Bu kişilerin, erken dönem İslâm kaynaklarını istismar ederek, yer yer mezkûr kaynaklardaki zayıf rivayetleri kullanarak, bazen de kendi görüşlerini mutlak doğru gibi sunarak yeni bir Peygamber portresi oluşturma çabalarını dikkate alma sebebimiz, fitnelerinden Müslümanları haberdar etmektir. Yoksa, kitapları, kafalarında kurdukları düşünceyi kanıtlamak için gösterilen çabadan mürekkeptir.
İlahiyat Fakültelerinde İslâm tarihi ve sanatları alanındaki istihdam edilen kişilerden birisi de Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı Dr. Cihad Kısa’dır ki, bu şahıs öğrencilere Hz. Meryem’i anlatırken, onun iffetsizliğine hamledilecek şu cümleleri kurmuştur: “Hah. ‘Sen de der, ben küçükken beni bırakıp bir yere gidiyordur’ der. Yani aslında, hani biz anlatıyoruz ‘babasız mabasız doğdu’ da bir de o çocuğun dünyasından bakın babasız doğmaya. Bu aslında bize anlatılmayan bir hikâyedir”.
Oysa Yahudiler, Hz. Meryem’e zina isnadında bulunmuş, ellerine taş alıp Meryem’e atmak istemişler, Hz. İsa’nın beşikte konuşarak annesine atılan iftiraya karşı çıkmasından ve “Allah beni anneme hürmetkâr kıldı” (Meryem, 22) demesinden sonra vazgeçmişlerdi. Bu vazgeçiş, İsrailoğullarının küfre düşmesini engellememişti. Yani Peygamber annesi Meryem, iffetli bir kadındı. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “İffet ve namusunu koruyan “Meryem”ı da an. Ona ruhumuzdan üfledik. Onu ve oğlunu âlemlere ibret yaptık” (Enbiya, 91).
İlahiyat fakültelerinde istihdam edilen Azimli, Balcı ve Kısa gibi tarihçilerin Peygamberimiz ve peygamber annesi hakkındaki ifadeleri aslında peygamberler üzerinden bir operasyonun devam ettiği izlenimini vermektedir. Geçen günlerde gazeteci Turan Kışlakçı da bir YouTube kanalında Yunus Aleyhisselam hakkında “Nefsini ilah edindi” demiş, biz de Millî Gazete’de iki yazıyla bu iftirayı reddetmiştik.
Peygamberimiz ve peygamberler üzerinden başlayan bu tartışmaların ilahiyatlardan ve İslâmî camianın içinden tevarüs etmesi çok acıdır. Daha acı olanıysa ilahiyatlardan tevarüs ederek süre gelen dinde reformist tavrın, artık iyice seviye kaybedip bel altına inerek başka üniversitelerde de yaşanır hale gelmesidir.
Bu bağlamda, en son Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Öğretim Görevlisi Uğur Kutay denen hadsizin, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’e karşı süfli isnatlarda bulunduğu, tepki gösteren bir öğrenciye ise “Sen İslâm propagandasının dayattığı zekânın ürünüsün” dediği kamuoyuna yansıdı.
Millî Gazete konuyu gündeme getirdi, Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın ve bazı STK’lar Kutay hakkında suç duyurusunda bulundu.
Türkiye’de Peygamberimiz ve peygamberler üzerinden başlatılan indirgemeci ve itibarsızlaştırmaya yönelik her türlü yayın ve eylemin karşısında durmak Müslüman olarak bizim görevimizdir.
Allah-u Teâlâ ve Resulü’ne iman etmiş her müminin bu konuda duyarsız kalması elbette düşünülemez. Hukuki yollar başta olmak üzere, kamuoyu baskısı oluşturma ve yürüyüş gibi meşru yollarla bu tür hadsizliklerle mücadele etmeliyiz. Ancak bu mücadeleyi yeterince yerine getirmediğimiz gerçeğiyle yüzleşince, dünyada olduğu gibi ahirette de kaybedeceğimiz duygusuna kapılıyorum.
Üniversiteler, ilim ve irfan yuvası olması gerekirken içlerindeki kin ve nefret tohumlarını dışı vuran Uğur Kutay gibi hadsizlerin çocuklarımızı ifsad ettiği mekânlar haline gelmiştir. Buna asla müsaade edilmemelidir.
Öyle görülüyor ki, gerek Müslüman halk, gerekse devleti yönetenler bu konuda yeterli duyarlılığı göstermiyor. Böyle olunca da hadsizlik had safhaya ulaşıyor.